top of page

CSW69 Bize Neler Söylüyor?*

Güncelleme tarihi: 22 Kas

Toplumsal cinsiyet eşitliğini anlatırken 'erk'e sahip olanların bu gücü bırakmak istemediklerini ve bunun için her yolu denediklerini anlatırız. O erk evde de aynı, devletin başında da. Bakınız bugün dünyada kadın haklarının durumu ve devletlerin tutumu bize önemli bir geriye gidiş tablosu çiziyor.

*Bu yazı ilk olarak Koç Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi (KOÇ-KAM) websitesi bloğunda yayınlanmıştır. https://kockam.ku.edu.tr/csw69-bize-neler-soyluyor/


ree

Hükümetler nezdinde kadın hakları pek çok yönüyle konuşuluyor, ortak kararlar alınıyor, niyetler beyan ediliyor ve dünyada toplumsal cinsiyet eşitliğine dair ilkeler belirleniyor. Bunu gözünüzde canlandırmaya çalışın, şu an içinde olduğunuz durumda ütopik bir sahne gibi gelebilir...


Örneğin; Adıyaman’da depremden etkilenmiş ve iki yıldır 21 m² alanda üç çocuğuyla yaşam mücadelesi veren bir kadınsanız, Trabzon’da koruma kararı yetersiz olduğu için eşinizin sizi öldürmesinden korkarak çareyi bir video çekip sosyal medyada yayınlamakta bulduysanız, Suriye’de militer grupların tehdidi altındaki Ezidi veya Alevi bir kız çocuğuysanız, Kuzey Kore’den çocuklarınızı geride bırakıp Güney Kore’ye kaçmaya çalışan bir kadınsanız ya da ABD’de sağlık güvenceniz olmadığı için kronik hastalıkla güvencesiz çalışmak zorunda kalan göçmen bir kadınsanız… Devletlerin bir araya gelip sizin ihtiyaçlarınızı konuştuğunu hayal etmek kolay değildir. Böyle durumlarda görünmez hissederiz çoğunlukla. Ama söylemeliyim ki, bu toplantılar gerçekten yapılıyor ve ben buna bizzat tanıklık ettim.


Devlet dediğimiz şey nedir? Leviathan’ın kolları (1) mı, yoksa senin-benim gibi insanlardan mı oluşur? Sanırım uzun süredir devletin “kim” olduğunu unuttuk. Devlet, ulaşılmaz ve etkilenemez bir yapıya büründü. Oysa tarih bize gösteriyor ki halklar devletleri dönüştürebilir (Moghadam, 2005). Kadın hareketi bunun en güçlü örneklerinden biri. Dünyanın dört bir yanında kadınlar birbirinden öğrendi, birbirini görünce cesaretlendi ve büyük dönüşümler sağladı. Bugün sahip olduğumuz hakların çoğu, sıradan kadınların örgütlü mücadelesinin ürünü.


Bu mücadelenin önemli dönemeçlerinden biri, 1945’te Birleşmiş Milletler’in kurulmasıyla kadınların uluslararası alanda statüsünün gündeme gelmesidir (Fraser, 2013). Bugün erişilemez sandığımız devletlerin birleşmesine ihtiyaç duyulup da nice badirelerden sonra Birleşmiş Milletler kurulduğunda kadınlar neredeydi dersiniz? Kimse durduk yere kadınların ihtiyaçlarını konuşmaya başlamadı ya da bu mekanizmalarda kadınların bulunması için kapıları açmadı. Kadınlar haklarının peşindeydi ve bunu devletler nezdinde gündem edebilmek için çok uğraştılar. Nitekim bu çalışmaların etkisiyle ‘kadının statüsü’ özel olarak ele alınmaya ve bu konuda politika geliştirilmeye başlandı.


Önemli bir örnek de 1995’te Pekin’de gerçekleşmişti. Hükümetler toplanıp kadının statüsü ne olacak diye konuşacaklarken, o güne kadar zaten bu sürecin işlemesini sağlamış örgütlü aktivist kadınlar, Pekin’in hemen yakınındaki Huairou’da toplandı (UN Women, 2020). Böyle söyleyince kolay bir şeymiş gibi geliyor ama o tarihte on binlerce kadının, devlet desteği olmayan on binlerce kadının Çin’e gitmesini bir hayal etmeye çalışın. Günlerce yol gidiyor, çadırlarda kalıyor ve çalışıyorlar. Kendi gerçek gündemlerini gidip Pekin’de anlatıyor ve orayı şekillendiriyorlar. Yazarken bile içimde bir çoşku yürüyor. O tarihte Pekin’de şimdiye kadarki en kapsayıcı en vizyoner kadın hakları metni yazılıyor ve tüm ülkelerce kabul ediliyor. Peki bugün erkek şiddetinden yasal yollarla korunamayıp çareyi sosyal medyada arayan Serap bu hikayeden ne anlasın? Gece eve dönerken güvenliğinden endişe ederek yürüyen Ayşe ne anlasın? Biz ne anlayalım?


Ben bu yıl New York’a gittim, tam da bu ilk cümledeki sahneye tanık olmak için. BM Kadının Statüsü Komisyonu’nun 69. Oturumuna (CSW69) katılma şansım oldu. Bu yıl oturumlar tam da 1995’te yayınlanan Pekin Deklerasyonu’nun 30. yılında, bugün geldiğimiz noktayı özel alarak ele alan bir gündemle yapıldı. Bu toplantıya katılan ben kimim? Ben Eskişehir’in bir kenar mahallesinde büyümüş, bir şekilde okuma şansı bulmuş, kendi derdi başta olmak üzere kadınların ne çektiğini gördükçe bunu değiştirip dönüştürmeye çalışmış, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde çeşitli krizlerde güvenli alanlar yaratmaya çalışan bir kadınım. Uzun süredir bu alanda çalışan biri olarak benim için bile yukarda bahsettiğim sahneyi hayal etmek, o sahnenin içinde yer almak kolay değildi. Bu yıl New York’ta buna şahit oldum.


Gerçekmiş. Biz kadınlar bu sahneyi gerçek kılmışız.


Başardığımız şey gerçekten çok heyecan verici. Başarıyı da sahipleniyorum tabii, bence daha çok sahiplenmeliyiz. Ne yapıyoruz, nasıl oluyor bütün bunlar? Ülkelerinde kadın haklarının durumuna hakim olan kadınlar, esasen sivil toplum, hükümet delegasyonları ile birlikte hareket edebiliyor, görüşlerini buralara birebir aktarıyor ve şimdi okuyunca etkileyici olan deklerasyonları, kararları oluşturuyor. Bu arada zorlu müzakereler oluyor, hükümetler bu fikirlere ikna ediliyor. Ülkeler burada alınan kararlara uygun şekilde iç düzenlemelerini yapıyorlar (Htun & Weldon, 2018). Sonra da kadınlar, bu toplantılara katılmayanlar da ve en çok onlar, biz, ülkelerin kendi uygulamalarını bu kararlara referansla takip edebiliyoruz ve kendimizi daha güçlü hissediyoruz. Peki ama bugün bu kararlarda etkili olduğumuzu yeterince hissedebiliyor muyuz?


Toplumsal cinsiyet eşitliğini anlatırken 'erk'e sahip olanların bu gücü bırakmak istemediklerini ve bunun için her yolu denediklerini anlatırız. O erk evde de aynı, devletin başında da. Bakınız bugün dünyada kadın haklarının durumu ve devletlerin tutumu bize önemli bir geriye gidiş tablosu çiziyor.


Raporlar hukuki çerçevede ilerlemeleri vurgulasa da, sahadaki göstergeler endişe verici. Kadın yoksulluğu yapısal biçimde artıyor, bakım emeği krizi derinleşiyor, toplumsal cinsiyet karşıtı söylemler uluslararası zeminde kurumsallaşmaya başlıyor (True, 2012). Bazı devletler toplumsal cinsiyet kavramına itiraz ediyor, metinlerde yer almaması için blokaj uyguluyor. Sivil toplumun katılım alanı daraltılıyor. Devlet raporları ile sahanın gerçekliği arasındaki uyumsuzluk ise bağımsız veri ve izleme mekanizmalarının eksikliğiyle daha da belirginleşiyor. CEDAW gibi sözleşmelere dair hesap verebilirlik zayıflamış durumda.


Özetle, eşitliği ve barışı reddeden, gücün peşinde koşan yapılarla mücadele hâlâ sürüyor. Ama biz kadınlar, Leviathan’dan korkmadığımızı bir kez daha yüksek sesle söyledik: Geri adım atmayacağız.


Bugün hâlâ kadınlar olarak, her ne kadar zorlayıcı ve kimi zaman yorucu da olsa, devletleri ve uluslararası karar süreçlerini etkileyebiliyoruz. Bu kararlar sadece metinlerden ibaret değil; dayanışmanın, cüretin ve örgütlü emeğin somut sonuçları. Serap, Ayşe ve sıkışmış, tehdit altında olan tüm kadınlar bilmeliyiz ki mücadelemiz güçlü ve etkili.


New York’ta bunu gördüm: O büyük salonlarda, kürsülerde konuşulan cümlelerin arkasında biz kadınların yıllardır süren mücadelesi var. Ve belki de en önemlisi, devlet dediğimiz şey sandığımız kadar uzak ve ulaşılmaz değil. Devleti dönüştüren, kararları etkileyen biziz; bizim sesimiz, bizim varlığımız.


Bugün o ütopik sahneye biraz daha dikkatli bakalım. Artık biliyoruz ki o sahne sadece bir hayal değil. Gerçek. Ama gerçek olması için birilerinin orada olması, anlatması, müzakere etmesi gerekiyor. Bundan sonraki sorumuz şu olmalı: O sahnedeki varlığımızı nasıl genişleteceğiz ve nasıl daha etkili olacağız?


Kendi adıma artık biliyorum, ne kadar zor olursa olsun, biz kadınlar her zaman o masalarda söz sahibi olabiliriz. Yeter ki inanalım, örgütlenelim ve birbirimizin sesini büyütelim.


Çünkü görünmez değiliz. Etkisiz hiç değiliz.



[1] Leviathan: İngiliz filozof Thomas Hobbes’un 1651 tarihli Leviathan adlı eserinde kullandığı metafor. Hobbes, devleti toplumsal sözleşmeyle ortaya çıkan ve bireylerin haklarını koruyan ama mutlak güce sahip merkezi bir otorite olarak tanımlar. Kaynak: Hobbes, T. (1651). Leviathan. London: Andrew Crooke.


Kaynakça


Fraser, N. (2013). Fortunes of feminism: From state-managed capitalism to neoliberal crisis. Verso Books.


Hobbes, T. (1651). Leviathan. London: Andrew Crooke.


Htun, M., & Weldon, S. L. (2018). The logics of gender justice. Cambridge University Press.


Moghadam, V. M. (2005). Globalizing women: Transnational feminist networks. Johns Hopkins University Press.


True, J. (2012). The political economy of violence against women. Oxford University Press.


Yorumlar


bottom of page